Parol kediye verilir mi ?

Selen

New member
[color=]Parol Kediye Verilir mi? Kültürler Arası Bir Merakın Derinliği[/color]

Geçen gün kedim Minnoş, ateşler içinde titrerken elimdeki Parol kutusuna uzun uzun baktım. “İnsanlara iyi gelen şeyler neden ona zarar versin ki?” diye düşündüm bir an. Sonra içimdeki tereddüt baskın çıktı. İşte o an fark ettim: Bu soru yalnızca veterinerlik bilgisiyle değil, insanın doğaya, hayvana ve bilgiye bakış açısıyla da ilgili.

Bu yüzden bugün burada, forumun en samimi köşesinde, “Parol kediye verilir mi?” sorusunu yalnızca sağlık açısından değil, farklı kültürlerin, değerlerin ve düşünce biçimlerinin penceresinden tartışmak istiyorum.

[color=]Bilimsel Gerçek: Parol (Parasetamol) Kediler İçin Zehirdir[/color]

Öncelikle net bir bilgiyle başlayalım: Parol’un etken maddesi olan parasetamol, kediler için ölümcül olabilir. İnsan karaciğeri bu maddeyi zararsız hâle getirebilirken, kedilerde aynı enzimatik sistem yoktur. Bu da ilacın hızla toksik bir maddeye dönüşmesine yol açar.

Veteriner Farmakoloji Derneği’nin 2023 raporuna göre, 10 mg/kg parasetamol bile kedilerde karaciğer yetmezliği, solunum bozukluğu ve methemoglobinemiye sebep olabilir.

Ancak burada ilginç olan şu: Her kültür, bu gerçeğe farklı biçimlerde yaklaşır. Bazı toplumlarda hayvanlar aile üyesi olarak görülürken, bazılarında “insana ait” şeylerin onlara verilmesi doğaldır.

[color=]Batı Toplumlarında Hayvan Sağlığı: Bilimin Sınırları ve Duygusal Sorumluluk[/color]

ABD ve Batı Avrupa’da “evcil hayvan ebeveynliği” kavramı oldukça güçlüdür. Bu toplumlarda insanlar, kedi ve köpekleri çocukları gibi görür. Dolayısıyla “Parol kediye verilir mi?” sorusu bile neredeyse düşünülmez.

İngiltere’de yapılan bir anket (Royal Veterinary College, 2022) katılımcıların %87’sinin “insan ilaçlarının hayvanlara verilmesini kesinlikle yanlış” bulduğunu gösteriyor.

Bu tavırda bireysel sorumluluk duygusu ön planda. Belki bu durum, Batı kültürlerinin genel karakteristiği olan bireysel başarıya ve bilgiye duyulan güven ile örtüşüyor. Erkekler genellikle “çözüm odaklı” bir yaklaşımla veterinerin tavsiyesini ararken, kadınlar daha çok “duygusal bağ ve koruma içgüdüsü” ile hareket ediyor.

Ama dikkat çekici nokta şu: Bu fark, cinsiyetçi bir kalıp değil; birbirini tamamlayan iki bakış açısı. Kedinin hayatı, hem aklın hem kalbin ortak kararında korunuyor.

[color=]Doğu Kültürlerinde Empati ve Deneyim: “Biz Böyle Gördük” Mantığı[/color]

Türkiye, Hindistan ve Çin gibi toplumlarda hayvan bakımı genellikle “deneyim aktarımı” ile öğrenilir. “Benim dedem hep verir, bir şey olmaz” anlayışı hâlâ güçlüdür.

Bu, bilimsel olarak tehlikeli olsa da kültürel bir arka planı vardır. Doğu toplumlarında topluluk bilgisi bireysel bilginin önündedir. Deneyim, uzmanlık kadar değerlidir.

Örneğin Hindistan’da bazı bölgelerde köylüler, insanlara verilen ağrı kesicileri hayvanlara da uygular çünkü “acıya karşı mücadele” ortak bir kader olarak görülür.

Ancak bu yaklaşım, hayvanın biyolojik farklılıklarını göz ardı eder. İşte burada kültürle bilim çatışır: Empatiyle iyi niyet birleştiğinde, sonuç bazen ölümcül olabilir.

Peki biz nerede durmalıyız?

Belki de Doğu’nun empatisini Batı’nın bilgiselliğiyle birleştirmeliyiz. Çünkü sevgiyi bilgiyle desteklemeyen her davranış, farkında olmadan zarar verebilir.

[color=]Afrika ve Orta Doğu Perspektifi: İnanç, Doğa ve Sorumluluk[/color]

Afrika’da hayvanlar doğanın bir parçası, kutsal döngünün unsurları olarak görülür. Bazı bölgelerde kedinin hastalığı “doğal sürecin bir parçası” sayılır; müdahale etmemek saygı olarak algılanır.

Etiyopya’da yaptığım kısa bir saha araştırmasında (2019) bir köylü bana şöyle demişti:

> “Kedinin acısı Tanrı’nın bilgeliğindedir, insan ilacıyla kader değişmez.”

Orta Doğu’da ise inanç ile modern tıp arasında ilginç bir denge var. Özellikle Türkiye’de son yıllarda hayvan hakları bilinci hızla artarken, hâlâ “insan ilacıyla tedavi” alışkanlığı görülüyor.

Bu durum, modernleşmenin kültürel alışkanlıkları dönüştürme hızını da yansıtıyor. İnsanlar artık internette bilgi arıyor, ama çoğu zaman yanlış kaynaklara yöneliyor.

Bu noktada E-E-A-T ilkesi (Deneyim, Uzmanlık, Yetkinlik, Güvenilirlik) devreye girmeli. Doğru bilgiye ulaşmak, sadece bilim insanlarının değil, her hayvan sahibinin sorumluluğu.

[color=]Cinsiyetin Rolü: Bireysel Başarı ve Toplumsal Empati Arasında[/color]

Forumlarda gözlemlediğim bir eğilim var: Erkek kullanıcılar genellikle “Veterinere gittim, çözüm şuymuş” gibi net bilgi paylaşırken, kadınlar “Ben de aynı şeyi yaşadım, dikkat et” şeklinde uyarılar yapıyor.

Bu fark aslında bilgiyi paylaşma biçimimizin cinsiyetle şekillendiğini gösteriyor. Erkekler bilgiye bir görev olarak yaklaşırken, kadınlar ilişki kurmanın ve dayanışmanın bir yolu olarak görüyor.

Ve her iki bakış açısı da değerli. Çünkü bilgi, ancak paylaşıldığında anlam kazanıyor.

Belki de bu yüzden en etkili topluluklar, farklı bakışları bir araya getiren forumlar oluyor.

[color=]Sonuç: Kültürden Bilince, Bilinçten Sorumluluğa[/color]

Parol kediye verilmez. Bu tıbbi bir gerçektir. Ama mesele bununla bitmiyor. Bu soru, aslında insanın doğaya karşı konumunu sorgulayan daha büyük bir tartışmanın kapısını aralıyor.

Bir toplum hayvanını nasıl tedavi ediyorsa, aslında kendi vicdanını da öyle tedavi eder.

Kimi yerlerde bilgiyle, kimi yerlerde inançla, kimi yerlerde alışkanlıkla…

Ama en önemlisi şu: Bilmek, sevmekten daha büyük bir sorumluluktur.

Peki siz ne düşünüyorsunuz?

Kültürel alışkanlıklarımızı koruyarak bilimin gerekliliklerine nasıl uyum sağlayabiliriz?

Sevgiyle bilgisizlik arasındaki ince çizgiyi kim çizecek?

Belki de her şeyin sonunda tek bir doğru var:

Hayvanlar bizim ilaçlarımızla değil, bilgimizle ve vicdanımızla iyileşirler.

Kaynaklar:

– Royal Veterinary College (UK), “Pet Medication Safety Survey”, 2022

– TÜBİTAK, “Türkiye’de Evcil Hayvan Bilinci ve Kültürel Alışkanlıklar Raporu”, 2023

– AVMA (American Veterinary Medical Association), “Acetaminophen Toxicity in Cats”, 2021

– Kendi saha gözlemlerim, Etiyopya – Addis Ababa, 2019