Mert
New member
Eğitim Bilimleri Kaldırılıyor mu? Kaldırılıyorsa da Kimin İşine Yarıyor?
Şunu en baştan koyayım: “Eğitim bilimleri derslerini keselim, öğretmenlik pratikte öğrenilir” diyenlere katılmıyorum. Katılmak bir yana, bu iddianın hem tarihsel hafızayı hem sınıf içi gerçekliği hem de kamu yararı fikrini küçülttüğünü düşünüyorum. Bu başlıkta tartışmak istiyorum; çünkü sahada, sınıfta, fakültede ve velilerle kahvede konuşulanların hepsi aynı noktada buluşuyor: Eğitimi teknik bir “müfredat iletimi” işine indirgeyen her adım, yarın çocuklarımızın dünyasını kısırlaştırıyor. “Kaldırılıyor mu?” sorusunun cevabı bugün kısmi bir yeniden adı koyma, parçalama ya da değersizleştirme şeklinde karşımıza çıkabilir. Ama asıl mesele, hem bugün hem yarın: Eğitim bilimlerini sistemden söküp aldığınızda geriye ne kalır?
“Öğretmenlik Zanaat mı, Meslek mi, Bilim mi?”
Eğitim bilimlerini “fazlalık” sayan yaklaşım, öğretmenliği bir “usta-çırak” aktarımına indirger. Oysa sınıfta olan biten, bir zanaatkârın tekniğini tekrarlamasından ibaret değildir. Öğrenme kuramları, gelişim psikolojisi, ölçme-değerlendirme, sınıf yönetimi, farklılaştırılmış öğretim, kapsayıcı eğitim, okul sosyolojisi… Bunlar ders adından ibaret değil; sınıf içi kararların arkasındaki düşünme kaslarıdır. Sözgelimi, aynı hatayı yapan iki öğrenciden biri kaygıdan, diğeri yanlış ön bilgiden dolayı takılıyorsa, bunu ayırt etmek sezgi değil, bilgi ister. Bu bilgiyi sistematik, eleştirel ve veriye dayalı üreten alanın adı eğitim bilimleridir.
“Verimlilik” Masalı ve Kısa Yoldan Sonuç Arayışı
Eğitim bilimlerini budamanın en sık duyduğumuz gerekçesi “verimlilik.” Denir ki: “Teori çok; sahada karşılığı yok.” Peki sahada karşılığı olmayan şey teori mi, yoksa uygulamaya geçmeden önce kestirmeci bir mantıkla “işe yaramaz” damgası vuran yönetim pratikleri mi? Verimlilik söylemi, çoğu kez kısa vadeli ölçütlere (sınav puanı, yıllık rapor, bütçe disiplini) bağlanır. Oysa eğitimin çıktısı, yalnızca bu yılın test ortalaması değildir; eleştirel düşünme, motivasyon, dayanıklılık, merak, toplumsal katılım gibi “gecikmeli kazançlar” da vardır. Eğitim bilimlerini geriye çekmek, tam da bu gecikmeli kazançların izini sürmeyi imkânsız kılar. Çünkü nitelikli ölçme-değerlendirme olmadan, görüneni “başarı”, görünmeyeni “israf” sanırsınız.
“Okul Disiplini” mi “Pedagojik İklim” mi?
Disiplin sorunlarını “otorite eksikliği” diye okumak kolaya kaçar. Ama sınıfta otoriteyi artırmak ile iklimi iyileştirmek aynı şey değildir. Pedagojik iklimi güçlendirmek; travma bilgili yaklaşımları, öğrencinin sosyoekonomik bağlamını, akran ilişkilerini, aile-okul hattındaki gerilimleri anlamayı gerektirir. Bunları bilmek için de eğitim bilimlerinin alanlarına yaslanmak zorundasınız. “Eğitim bilimlerini azaltalım” dediğiniz anda, öğretmene, karmaşık sorunları “sertleşerek” çözmesini fısıldarsınız. Kısa vadede sessizlik kazanırsınız; uzun vadede güveni kaybedersiniz.
“Cinsiyetleşmiş” Yaklaşımları Dengelemek: Strateji mi Empati mi, Yoksa İkisi Birden mi?
Tartışmalarda sık duyduğumuz bir ayrım var: “Erkekler stratejik ve problem çözme odaklıdır; kadınlar empatik ve insan odaklıdır.” Bu kalıp her zaman gerçeği yansıtmaz; bireyler arasında büyük farklılıklar vardır. Yine de forum dilinde konuşursak, eğitim politikası kararlarında iki yaklaşımın da temsil edildiğini görüyoruz: biri “sistemi optimize edelim, süreçleri sadeleştirelim” diyen teknik akıl; diğeri “insan deneyimini, duyguyu, aidiyeti” önceleyen ilişkisel akıl. Eğitim bilimlerini dışarı atmak, bu iki akıl arasında köprü kuran çerçeveyi –yani kanıtla empatiyi barıştıran pedagojik düşünmeyi– zayıflatır. Strateji, veri ve maliyet hesabı önemlidir; ama sınıfın kalbi atmazsa strateji taş kesilir. Empati, ilişki ve kapsayıcılık da hayatidir; ama kanıt ve yapı yoksa iyi niyet dağılır. Eğitim bilimleri, bu iki kutbu konuşan ortak dilin adıdır.
Öğretmen Yetiştirmede Kısayolun Bedeli
“Formasyon fazla; sahaya çabuk insan lazım” denildiğinde aslında iki şey olur: (1) Uzun yılların birikimi olan öğretmen yeterlikleri ‘modüler’ bir kurs mantığına sıkıştırılır. (2) Kurumsal hafıza bozulur; farklı kurumlar, standart yerine yama yapar. Peki neye mal olur? En kırılgan öğrenci gruplarına. Dil bariyeri olan çocuklar, özel gereksinimli öğrenciler, kır-kent geçişi yaşayanlar… Bu öğrencilerin eğitim hakkı, öğretmenin pedagojik donanımına birebir bağlıdır. “Eğitim bilimleri” dediğiniz paketi incelttiğinizde, ilk onlar düşer.
“Araştırma mı, Romantizm mi?”: Kanıtın Siyaseti
Bir başka iddia: “Eğitim bilimleri ideolojik; gerçek hayatta karşılığı yok.” İyi de, hangi alan ideolojiden tamamen azade? Tam da bu nedenle, eğitim bilimlerinin eleştirel damarına ihtiyacımız var: yöntem tartışmaları, etki analizleri, nitel-nicel araştırmaların sınırları, yaygınlaştırma sorunları… “Şu yöntem kesin işe yarar” diyen bir yönetişim dili ile “her şey bağlama bağlıdır” diyen pedagojik temkin arasında köprü kuran şey, araştırmanın kendisidir. Bu köprü yıkılınca, popüler modalar (tek bir sınav, tek bir yöntem, tek bir disiplin stratejisi) gündem kaplar, sistem salınır.
Üniversite-Fakülte-Kurum Üçgeni: Kim Kimi Dinliyor?
Eğitim bilimlerini budamak, üniversite ile okul arasındaki trafiği de keser. Öğretmenler araştırmacılara “Bizim sınıfta bu çalışmıyor” diyemez, araştırmacılar da sınıfı görmeden model kurar. Oysa iyi sistemler, öğretmenlerin eylem araştırmalarını, küçük ölçekli denemeleri, okul temelli gelişim topluluklarını teşvik eder. “Kaldırma” ya da “zayıflatma” hamlesi, bu habitusu kurutuyor. Sonuç: Aynı hataları her yıl yeniden denemek, aynı krizi yeni isimlerle paketlemek.
Merak Edenlere Kısa Bir Vaka Düşüncesi
Diyelim ki okuma güçlüğü yaşayan 20 öğrencilik bir sınıf var. Eğitim bilimleri donanımı olmayan bir öğretmen, “daha çok ödev, daha çok tekrar” ile dümeni tutar. Eğitim bilimleri donanımlı öğretmen ise şunları yapar: tarama testleriyle alt becerileri ayrıştırır; çoklu duyusal yöntemler dener; aileyle iş birliği protokolleri kurar; küçük grup müdahaleleri zamanlar; ilerlemeyi düzenli ölçer; müdahaleyi veriye göre değiştirir. İkincisi daha yavaş görünür; ama kalıcıdır. Hangisi kamusal fayda üretir?
Peki Neden “Kaldırma” Siyaseten Cazip?
Çünkü “basitleştirme” hızlıdır, bütçe dostudur, seçmene anlatması kolaydır. “Teori yerine pratik” sloganı alkış toplar. Oysa eğitim politikası, popülizmin kaldıramayacağı kadar karmaşıktır. Popüler olan ile doğru olanın çakıştığı anlar vardır; ama genellikle doğru olan, sabırlı kurumsallaşma ister. Eğitim bilimleri de bu sabrın kurumsal adıdır.
Forum İçin Provokatif Sorular
— Eğitim bilimlerini azaltmak, gerçekten “nitelikli öğretmen” üretimini hızlandırır mı, yoksa niceliksel bir doldurma operasyonuna mı dönüşür?
— “Sahada teoriye yer yok” diyenler: Sınıfınızdaki en zor vaka için uyguladığınız müdahalenin arkasındaki kuramı ve kanıtı anlatabilir misiniz?
— Öğrenme çıktılarını yalnızca sınavla ölçen bir sistemde, merak ve yaratıcılık hangi ölçekte görünür olur? Görünmeyen şey yok mu sayılacaktır?
— “Erkek strateji, kadın empati” kalıbını kabul etsek bile (etmeyelim), eğitim bilimlerini kısmak bu iki damar arasında köprü kurmayı nasıl etkiler?
— Öğretmenlik formasyonunu parçalamak, en çok hangi öğrenci gruplarına zarar verir? Bu zararı telafi edecek mekanizma nedir?
— Üniversite-araştırma ile okul-pratik hattını inceltmek, yerelde neyi güçlendirir, neyi zayıflatır? Somut örneğiniz var mı?
Son Söz: Kaldırmak Değil, Dönüştürmek Gerek
Eğitim bilimlerinin sorunları yok mu? Var: kimi programlarda yüzeysel içerik, güncel araştırmadan kopuk dersler, sahayla zayıf bağlar… Ama çözüm, köprüyü yakmak değil, köprüyü güçlendirmektir. Müfredatı güncellemek, fakülte-okul döngülerini sıklaştırmak, mentörlük ve klinik uygulamaları derinleştirmek, ölçme-değerlendirmeyi sahici hâle getirmek… “Kaldırmak” kolaydır; yerine koyduğunuz şeyin karmaşıklığına aynı ciddiyetle bakmak zor olandır. Eğitim bilimlerini tasfiye etmek, kısa vadeli bir kazanım gibi görünse de uzun vadede toplumsal bedeli ağırdır. O yüzden soruyorum: Yarın çocuklarımız “öğrenmeyi öğrenemediği” için bedel ödediğinde, bugün attığınız bu kolay adımın hesabını kim verecek?
Şunu en baştan koyayım: “Eğitim bilimleri derslerini keselim, öğretmenlik pratikte öğrenilir” diyenlere katılmıyorum. Katılmak bir yana, bu iddianın hem tarihsel hafızayı hem sınıf içi gerçekliği hem de kamu yararı fikrini küçülttüğünü düşünüyorum. Bu başlıkta tartışmak istiyorum; çünkü sahada, sınıfta, fakültede ve velilerle kahvede konuşulanların hepsi aynı noktada buluşuyor: Eğitimi teknik bir “müfredat iletimi” işine indirgeyen her adım, yarın çocuklarımızın dünyasını kısırlaştırıyor. “Kaldırılıyor mu?” sorusunun cevabı bugün kısmi bir yeniden adı koyma, parçalama ya da değersizleştirme şeklinde karşımıza çıkabilir. Ama asıl mesele, hem bugün hem yarın: Eğitim bilimlerini sistemden söküp aldığınızda geriye ne kalır?
“Öğretmenlik Zanaat mı, Meslek mi, Bilim mi?”
Eğitim bilimlerini “fazlalık” sayan yaklaşım, öğretmenliği bir “usta-çırak” aktarımına indirger. Oysa sınıfta olan biten, bir zanaatkârın tekniğini tekrarlamasından ibaret değildir. Öğrenme kuramları, gelişim psikolojisi, ölçme-değerlendirme, sınıf yönetimi, farklılaştırılmış öğretim, kapsayıcı eğitim, okul sosyolojisi… Bunlar ders adından ibaret değil; sınıf içi kararların arkasındaki düşünme kaslarıdır. Sözgelimi, aynı hatayı yapan iki öğrenciden biri kaygıdan, diğeri yanlış ön bilgiden dolayı takılıyorsa, bunu ayırt etmek sezgi değil, bilgi ister. Bu bilgiyi sistematik, eleştirel ve veriye dayalı üreten alanın adı eğitim bilimleridir.
“Verimlilik” Masalı ve Kısa Yoldan Sonuç Arayışı
Eğitim bilimlerini budamanın en sık duyduğumuz gerekçesi “verimlilik.” Denir ki: “Teori çok; sahada karşılığı yok.” Peki sahada karşılığı olmayan şey teori mi, yoksa uygulamaya geçmeden önce kestirmeci bir mantıkla “işe yaramaz” damgası vuran yönetim pratikleri mi? Verimlilik söylemi, çoğu kez kısa vadeli ölçütlere (sınav puanı, yıllık rapor, bütçe disiplini) bağlanır. Oysa eğitimin çıktısı, yalnızca bu yılın test ortalaması değildir; eleştirel düşünme, motivasyon, dayanıklılık, merak, toplumsal katılım gibi “gecikmeli kazançlar” da vardır. Eğitim bilimlerini geriye çekmek, tam da bu gecikmeli kazançların izini sürmeyi imkânsız kılar. Çünkü nitelikli ölçme-değerlendirme olmadan, görüneni “başarı”, görünmeyeni “israf” sanırsınız.
“Okul Disiplini” mi “Pedagojik İklim” mi?
Disiplin sorunlarını “otorite eksikliği” diye okumak kolaya kaçar. Ama sınıfta otoriteyi artırmak ile iklimi iyileştirmek aynı şey değildir. Pedagojik iklimi güçlendirmek; travma bilgili yaklaşımları, öğrencinin sosyoekonomik bağlamını, akran ilişkilerini, aile-okul hattındaki gerilimleri anlamayı gerektirir. Bunları bilmek için de eğitim bilimlerinin alanlarına yaslanmak zorundasınız. “Eğitim bilimlerini azaltalım” dediğiniz anda, öğretmene, karmaşık sorunları “sertleşerek” çözmesini fısıldarsınız. Kısa vadede sessizlik kazanırsınız; uzun vadede güveni kaybedersiniz.
“Cinsiyetleşmiş” Yaklaşımları Dengelemek: Strateji mi Empati mi, Yoksa İkisi Birden mi?
Tartışmalarda sık duyduğumuz bir ayrım var: “Erkekler stratejik ve problem çözme odaklıdır; kadınlar empatik ve insan odaklıdır.” Bu kalıp her zaman gerçeği yansıtmaz; bireyler arasında büyük farklılıklar vardır. Yine de forum dilinde konuşursak, eğitim politikası kararlarında iki yaklaşımın da temsil edildiğini görüyoruz: biri “sistemi optimize edelim, süreçleri sadeleştirelim” diyen teknik akıl; diğeri “insan deneyimini, duyguyu, aidiyeti” önceleyen ilişkisel akıl. Eğitim bilimlerini dışarı atmak, bu iki akıl arasında köprü kuran çerçeveyi –yani kanıtla empatiyi barıştıran pedagojik düşünmeyi– zayıflatır. Strateji, veri ve maliyet hesabı önemlidir; ama sınıfın kalbi atmazsa strateji taş kesilir. Empati, ilişki ve kapsayıcılık da hayatidir; ama kanıt ve yapı yoksa iyi niyet dağılır. Eğitim bilimleri, bu iki kutbu konuşan ortak dilin adıdır.
Öğretmen Yetiştirmede Kısayolun Bedeli
“Formasyon fazla; sahaya çabuk insan lazım” denildiğinde aslında iki şey olur: (1) Uzun yılların birikimi olan öğretmen yeterlikleri ‘modüler’ bir kurs mantığına sıkıştırılır. (2) Kurumsal hafıza bozulur; farklı kurumlar, standart yerine yama yapar. Peki neye mal olur? En kırılgan öğrenci gruplarına. Dil bariyeri olan çocuklar, özel gereksinimli öğrenciler, kır-kent geçişi yaşayanlar… Bu öğrencilerin eğitim hakkı, öğretmenin pedagojik donanımına birebir bağlıdır. “Eğitim bilimleri” dediğiniz paketi incelttiğinizde, ilk onlar düşer.
“Araştırma mı, Romantizm mi?”: Kanıtın Siyaseti
Bir başka iddia: “Eğitim bilimleri ideolojik; gerçek hayatta karşılığı yok.” İyi de, hangi alan ideolojiden tamamen azade? Tam da bu nedenle, eğitim bilimlerinin eleştirel damarına ihtiyacımız var: yöntem tartışmaları, etki analizleri, nitel-nicel araştırmaların sınırları, yaygınlaştırma sorunları… “Şu yöntem kesin işe yarar” diyen bir yönetişim dili ile “her şey bağlama bağlıdır” diyen pedagojik temkin arasında köprü kuran şey, araştırmanın kendisidir. Bu köprü yıkılınca, popüler modalar (tek bir sınav, tek bir yöntem, tek bir disiplin stratejisi) gündem kaplar, sistem salınır.
Üniversite-Fakülte-Kurum Üçgeni: Kim Kimi Dinliyor?
Eğitim bilimlerini budamak, üniversite ile okul arasındaki trafiği de keser. Öğretmenler araştırmacılara “Bizim sınıfta bu çalışmıyor” diyemez, araştırmacılar da sınıfı görmeden model kurar. Oysa iyi sistemler, öğretmenlerin eylem araştırmalarını, küçük ölçekli denemeleri, okul temelli gelişim topluluklarını teşvik eder. “Kaldırma” ya da “zayıflatma” hamlesi, bu habitusu kurutuyor. Sonuç: Aynı hataları her yıl yeniden denemek, aynı krizi yeni isimlerle paketlemek.
Merak Edenlere Kısa Bir Vaka Düşüncesi
Diyelim ki okuma güçlüğü yaşayan 20 öğrencilik bir sınıf var. Eğitim bilimleri donanımı olmayan bir öğretmen, “daha çok ödev, daha çok tekrar” ile dümeni tutar. Eğitim bilimleri donanımlı öğretmen ise şunları yapar: tarama testleriyle alt becerileri ayrıştırır; çoklu duyusal yöntemler dener; aileyle iş birliği protokolleri kurar; küçük grup müdahaleleri zamanlar; ilerlemeyi düzenli ölçer; müdahaleyi veriye göre değiştirir. İkincisi daha yavaş görünür; ama kalıcıdır. Hangisi kamusal fayda üretir?
Peki Neden “Kaldırma” Siyaseten Cazip?
Çünkü “basitleştirme” hızlıdır, bütçe dostudur, seçmene anlatması kolaydır. “Teori yerine pratik” sloganı alkış toplar. Oysa eğitim politikası, popülizmin kaldıramayacağı kadar karmaşıktır. Popüler olan ile doğru olanın çakıştığı anlar vardır; ama genellikle doğru olan, sabırlı kurumsallaşma ister. Eğitim bilimleri de bu sabrın kurumsal adıdır.
Forum İçin Provokatif Sorular
— Eğitim bilimlerini azaltmak, gerçekten “nitelikli öğretmen” üretimini hızlandırır mı, yoksa niceliksel bir doldurma operasyonuna mı dönüşür?
— “Sahada teoriye yer yok” diyenler: Sınıfınızdaki en zor vaka için uyguladığınız müdahalenin arkasındaki kuramı ve kanıtı anlatabilir misiniz?
— Öğrenme çıktılarını yalnızca sınavla ölçen bir sistemde, merak ve yaratıcılık hangi ölçekte görünür olur? Görünmeyen şey yok mu sayılacaktır?
— “Erkek strateji, kadın empati” kalıbını kabul etsek bile (etmeyelim), eğitim bilimlerini kısmak bu iki damar arasında köprü kurmayı nasıl etkiler?
— Öğretmenlik formasyonunu parçalamak, en çok hangi öğrenci gruplarına zarar verir? Bu zararı telafi edecek mekanizma nedir?
— Üniversite-araştırma ile okul-pratik hattını inceltmek, yerelde neyi güçlendirir, neyi zayıflatır? Somut örneğiniz var mı?
Son Söz: Kaldırmak Değil, Dönüştürmek Gerek
Eğitim bilimlerinin sorunları yok mu? Var: kimi programlarda yüzeysel içerik, güncel araştırmadan kopuk dersler, sahayla zayıf bağlar… Ama çözüm, köprüyü yakmak değil, köprüyü güçlendirmektir. Müfredatı güncellemek, fakülte-okul döngülerini sıklaştırmak, mentörlük ve klinik uygulamaları derinleştirmek, ölçme-değerlendirmeyi sahici hâle getirmek… “Kaldırmak” kolaydır; yerine koyduğunuz şeyin karmaşıklığına aynı ciddiyetle bakmak zor olandır. Eğitim bilimlerini tasfiye etmek, kısa vadeli bir kazanım gibi görünse de uzun vadede toplumsal bedeli ağırdır. O yüzden soruyorum: Yarın çocuklarımız “öğrenmeyi öğrenemediği” için bedel ödediğinde, bugün attığınız bu kolay adımın hesabını kim verecek?